Konuşma biçiminiz tasarruf yapma şeklinizi etkileyebilir mi? UCLA’da davranışsal ekonomist olan Keith Chen’e göre, bu sorunun cevabı “evet” olabilir. Chen’in ortaya attığı tez, konuştuğumuz dilin temel yapısının finansal davranışlarımızı şekillendirebileceği yönünde. Ona göre, diller arasındaki farklılıklar, bu dilleri konuşan insanların tasarruf alışkanlıklarını da etkileyebiliyor. Bu ilginç iddia, Chen tarafından rakamlarla ve detaylı analizlerle destekleniyor.

Ancak konuya daha derinlemesine girmeden önce, biraz arka plan bilgisi vermekte fayda var.

Dünya üzerinde yaklaşık 7000 farklı dil bulunuyor ve her birinin kendine özgü sesleri, kelime dağarcığı ve gramer yapıları var. Dilbilim uzmanları, konuştuğumuz dilin olayları nasıl algıladığımızı ve düşündüğümüzü etkilediğini savunuyor. Örneğin, birçok dilde nesnelere dilbilgisel cinsiyet atanır ve bu durum, o nesneler hakkındaki düşüncelerimizi şekillendirebilir. “Köprü” kelimesini ele alalım: İspanyolca’da bu kelime eril bir yapıya sahiptir ve İspanyolca konuşan birinin köprüyü “güçlü” veya “dayanıklı” olarak tanımlaması muhtemeldir. Aynı kelime Almanca’da dişil bir yapıya sahiptir ve bu dilde “zarif” veya “estetik” gibi sıfatlarla tanımlanması daha olasıdır.

Bu tür dilbilgisel farklılıklar, kültürümüzün temelini oluşturken, nesneler hakkında nasıl düşündüğümüzü, hissettiğimizi ve hatırladığımızı da etkiler.

Örneğin, bir kaza durumunu düşünelim: İngilizce konuşan biri, “Kolunu kırdı, camı kırdı, arabayı çarptı” gibi ifadeler kullanır. Bu cümlelerde fail (yani “suçlu”) açıkça belirtilir. Ancak failin vurgulanmadığı dillerde, aynı olay “kırıldı” veya “kaza yaptı” gibi daha pasif ifadelerle anlatılır. Bu durum, olayları nasıl hatırladığımızı da etkiler. İngilizce konuşanlar, olayı “o yaptı” şeklinde hatırlama eğilimindeyken, diğer dilleri konuşanlar bunun bir kaza olduğunu vurgulama eğilimindedir.

Dil yapısı, bilginin nasıl aktarıldığını da belirler. Örneğin, İngilizce’de birini amcanızla tanıştırmak oldukça basittir. Ancak Mandarin Çincesi’nde bu durum çok daha karmaşıktır. Çünkü bu dilde, amcanın evlilik yoluyla mı yoksa kan bağıyla mı olduğu, anne veya baba tarafından mı geldiği ve yaşça büyük mü küçük mü olduğu gibi detayların belirtilmesi gerekir. Bu zorunluluk, konuşmacıyı bu bilgileri düşünmeye ve aktarmaya iter.

Peki, konuştuğumuz dilin yapısı ile tasarruf eğilimimiz arasında nasıl bir bağlantı olabilir? Dilin, dünyayı algılama ve düşünme biçimimizi şekillendirdiği açık. Bu durum, finansal davranışlarımızı da etkileyebilir. Örneğin, ülkeler arasında tasarruf alışkanlıkları açısından büyük farklılıklar olduğunu gözlemleyebiliyoruz. OECD ülkelerine baktığımızda, tasarruf oranlarının ülkeden ülkeye önemli ölçüde değiştiğini görüyoruz. Son 20 yılda, birçok OECD ülkesinde özel tasarruflar, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYH) dörtte biri ile üçte biri arasında değişiyor. Lüksemburg, %40’ın üzerindeki tasarruf oranıyla listenin başında yer alırken, ABD ve İngiltere gibi ülkeler %15 civarında kalıyor. Yunanistan ise %10’luk bir oranla daha geride.

Dil, Tasarruf Alışkanlıklarını Nasıl ve Neden Etkiliyor?

Chen’in çalışması, insanların zaman hakkında nasıl konuştuklarının gramer yapısına odaklanıyor. Bazı dillerde, geleceği ifade etmek için belirli fiil çekimleri veya zaman kipleri kullanılırken, diğer dillerde gelecek zaman için ayrı bir dilbilgisel yapı bulunmaz.

Örneğin, İngilizce’de bir olayın ne zaman gerçekleştiğini belirtmek için fiillerde değişiklik yapmak gerekir: “Dün yağmur yağdı,” “Şimdi yağmur yağıyor,” “Yarın yağmur yağacak.” İngilizce’de “Yarın yağmur yağdı” demek dilbilgisi açısından yanlıştır. Bu durum, konuşmacıyı zaman kavramını net bir şekilde ayırt etmeye ve ifade etmeye zorlar. İngilizce’de şimdiki zaman ve gelecek zaman arasında belirgin bir dilbilgisel ayrım vardır.

Ancak Çince gibi dillerde durum farklıdır. Çince konuşan biri, “Dün yağmur yağıyor,” “Şimdi yağmur yağıyor,” “Yarın yağmur yağıyor” gibi ifadeler kullanabilir. Çince, zamanı İngilizce’deki gibi keskin çizgilerle ayırmaz ve bu nedenle gelecek ile şimdiki zaman arasındaki fark daha az belirgindir. Bu durum, geleceği daha yakın ve somut bir kavram olarak algılamaya yol açabilir.

Elbette, İngilizce’de de geleceği ifade etmek için şimdiki zaman kullanılabilir. Örneğin, “Yarın eve gidiyorum” gibi bir cümle kurulabilir. Ancak bu kullanım, İngilizce’de diğer bazı dillere göre daha az yaygındır ve dilin genel yapısına tamamıyla entegre değildir.

Profesör Chen, İngilizce’nin bir Cermen dili olmasına rağmen, zamanı bu şekilde keskin bir şekilde bölme eğiliminde olduğunu ve bu özelliğin diğer Cermen dillerinde daha az belirgin olduğunu belirtiyor. Örneğin, Almanca gibi diğer Cermen dillerinde de gelecek zaman kipleri vardır, ancak bu kipler İngilizce’deki kadar sık ve katı bir şekilde kullanılmaz. Almanca’da geleceği ifade etmek için şimdiki zaman kullanımı daha yaygındır ve bu durum, gelecek zamanın daha esnek bir şekilde algılanmasına neden olabilir.

Chen’in çalışması, bu dilbilgisel farklılıkların insanların geleceğe yönelik tutumlarını nasıl etkilediğini araştırıyor. Örneğin, geleceği daha belirsiz ve uzak bir kavram olarak gören dilleri konuşan insanlar, tasarruf yapma konusunda daha isteksiz olabilirken, geleceği daha yakın ve somut gören dilleri konuşan insanlar, tasarruf yapmaya daha yatkın olabilir.

Zaman Hakkında Nasıl Konuştuğunuz, Davranışlarınızı Nasıl Etkileyebilir?

Profesör Keith Chen, dilin zaman algısı üzerindeki etkisini incelerken, bu durumun davranışlarımızı nasıl şekillendirdiği sorusunu da gündeme getiriyor. Dil, sadece iletişim kurmamızı sağlayan bir araç değil, aynı zamanda düşünce yapımızı ve kararlarımızı da derinden etkileyen bir unsurdur. Peki, zaman hakkında nasıl konuştuğumuz ve düşündüğümüz, tasarruf alışkanlıklarımız gibi davranışlarımızı gerçekten etkileyebilir mi?

Chen, bu soruyu cevaplamak için İsveçli dilbilimci Profesör Östen Dahl’ın 2000 yılında ortaya attığı bir terminolojiden yararlanıyor. Dahl, dilleri “geleceği olan” ve “geleceksiz” olarak ikiye ayırıyor. İngilizce gibi “geleceği olan” dillerde, gelecek zaman için ayrı bir dilbilgisel yapı kullanılır. Örneğin, “Yarın yağmur yağacak” gibi bir cümlede, gelecek zamanı ifade etmek için fiilin özel bir çekimi gereklidir. Bu durum, konuşmacıyı geleceği şimdiki zamandan ayrı bir kavram olarak düşünmeye zorlar.

Öte yandan, “geleceksiz” dillerde (örneğin Çince), gelecek zamanı ifade etmek için ayrı bir dilbilgisel yapı kullanılmaz. Bu dillerde, “Yarın yağmur yağacak” yerine “Yarın yağmur yağıyor” gibi bir ifade kullanılabilir. Bu durum, geleceği şimdiki zamanla aynı zihinsel alanda konumlandırır ve geleceği daha yakın ve somut bir kavram olarak algılamamıza neden olabilir.

Chen’e göre, bu dilbilgisel farklılıklar, insanların geleceğe yönelik tutumlarını ve davranışlarını etkileyebilir. Örneğin, “geleceksiz” dilleri konuşan insanlar, geleceği daha yakın ve gerçekçi bir kavram olarak gördükleri için tasarruf yapmaya daha yatkın olabilir. Bu durum, onların geleceğe yönelik plan yapma ve uzun vadeli kararlar alma konusunda daha motive olmalarını sağlayabilir.

Chen’in analizi, bu teorinin pratikte de geçerli olduğunu gösteriyor. Örneğin, OECD ülkeleri arasında yapılan bir karşılaştırmada, “geleceksiz” dilleri konuşan ülkelerin ortalama tasarruf oranlarının,geleceği olan” dilleri konuşan ülkelere göre %5 daha yüksek olduğu görülmüştür. Bu fark, uzun vadede büyük bir etki yaratabilir.

Elbette, tasarruf alışkanlıklarını etkileyen pek çok başka faktör de vardır. Ancak Chen, dilin bu davranış farklılıklarında önemli bir rol oynadığını savunuyor. Büyük Veri analizlerini kullanarak yaptığı çalışmalar, neredeyse aynı sosyoekonomik koşullara sahip haneler arasında bile, konuşulan dilin tasarruf davranışlarını etkilediğini ortaya koymuştur.

Örneğin, “geleceksiz” dilleri konuşan insanların herhangi bir yılda tasarruf etme olasılığı, “geleceği olan” dilleri konuşanlara göre %30 daha fazladır. Ayrıca, bu insanlar emeklilik döneminde ortalama %25 daha fazla tasarrufa sahip olma eğilimindedir. Bu durum, sadece finansal davranışları değil, sağlık gibi hayatın diğer alanlarını da etkileyebilir.

Chen’in araştırmasına göre, “geleceksiz” dilleri konuşan insanların sigara içme olasılığı %20-24, obez olma olasılığı ise %13-17 daha düşüktür. Bu durum, geleceği daha yakın ve somut bir kavram olarak görmenin, insanları şimdiki zevklerden vazgeçerek gelecekteki faydalara yatırım yapmaya teşvik ettiğini gösteriyor. Örneğin, sigara içmek veya aşırı yemek, gelecekteki sağlık sorunlarına karşılık şimdiki zevklerin tercih edilmesidir. Tasarruf yapmak ise, gelecekteki refah için şimdiki harcamalardan vazgeçmeyi gerektirir.

Chen, şu anda bu dilbilgisel farklılıkların bilinçaltı tetikleyicileri nasıl etkilediğini ve insanların geleceğe yönelik kararlarını nasıl şekillendirdiğini anlamaya odaklanıyor. Bu bilgi, insanların bilinçli olarak daha iyi kararlar almasına yardımcı olabilir.

Bu Bilgiyi Pratikte Nasıl Kullanabiliriz? Chen’in çalışmaları, özellikle Birleşik Krallık gibi emeklilik tasarrufu açığı olan ülkeler için önemli bir potansiyel sunuyor. Peki, bu bilgiyi kullanarak insanları daha fazla tasarruf yapmaya teşvik edebilir miyiz?

Bu noktada, “dürtme teorisi” devreye giriyor. Dürtme teorisi, insanların davranışlarını küçük ve stratejik müdahalelerle olumlu yönde değiştirmeyi amaçlar. Örneğin, otomatik tasarruf planları veya geleceğe yönelik hedefleri hatırlatan bildirimler, insanları daha fazla tasarruf yapmaya teşvik edebilir.

Chen’in bulguları, bu tür müdahalelerin dilin zaman algısı üzerindeki etkisini dengeleyebileceğini gösteriyor. Örneğin, “geleceği olan” dilleri konuşan insanlar için geleceği daha somut ve yakın bir kavram haline getiren stratejiler geliştirilebilir. Bu, insanların tasarruf yapma konusunda daha motive olmalarını sağlayabilir.

Sonuç olarak, dilin davranışlarımız üzerindeki etkisi, bize finansal alışkanlıklarımızı iyileştirme konusunda yeni bir perspektif sunuyor. Bu bilgiyi kullanarak, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde daha sağlıklı finansal kararlar alabilir ve geleceğe daha güvenle bakabiliriz.

Chen’in çalışmaları, dilin sadece bir iletişim aracı değil, aynı zamanda düşünce yapımızı ve davranışlarımızı şekillendiren güçlü bir etken olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Bu anlayış, hayatımızın birçok alanında bize rehberlik edebilir ve daha bilinçli kararlar almamıza yardımcı olabilir.

Kaynak: Strictly Financial

Paylaş:
Monay Uygulamasını İndir